7 Şubat 2008 Perşembe

Ayıp etmiyorlar mı? - Oktay EKŞİ - Hürriyet

MARCO olayını anımsıyor musunuz?

Hani Alanya’ya ailesiyle birlikte tatile gelen 14 yaşındaki bir İngiliz kız çocuğunun ırzına geçen, şikáyet üzerine tutuklanıp 8 ay Alanya Cezaevi’nde kalan gençten söz ediyoruz.
O kadarını anımsadınızsa, Alman basının bu konudaki yayınlarını da anımsarsınız.

Özellikle de büyük tiraj sahibi Bild Gazetesi’nin, "Bir Alman genci, turist bir İngiliz kızıyla duygusal ilişkide biraz ileri gitti diye Türkler bu çocuğu zindana attılar" anlamına gelen bir yaygarayla yaptığı yayınları da biliyor olmanız gerekir.
Önce bazı Alman bakanların, ardından Başbakan Angela Merkel’in "Marco’nun Noel tatilini evinde ailesinin yanında geçirmesine" yardım isteyen ricalarını da lafa buradan girmişken anımsatalım.

Marco biliyorsunuz 10-15 sene hapis cezası alabilecekken serbest bırakıldı ve Noel tatilini evinde geçirebilmesi sağlandı.
Tabii Türk adaletinin kesmesi söz konusu ceza da buharlaştı gitti.
Peki Marco için bu kadar duyarlık gösteren Alman hükümeti, beş gün önce Ludwigshafen’de muhtemelen kundaklama sonucu çıkan yangında 5’i çocuk 9 Türk’ün hayatını kaybetmesi üzerine ne gibi bir duyarlık gösterdi biliyor musunuz?

Bayan Merkel’den bu satırların yazıldığı dakikaya kadar herhangi bir üzüntü beyanı işitilmedi. En azından Türkiye Başbakanı’na iki satırlık bir "başsağlığı" mesajı gönderip de "olayda bir kasıt varsa, faillerin yakalanıp gereken cezayı almaları için her türlü çabanın gösterileceğini" ifade eden tek kelime etmedi.
Eğer yeterli sayarsanız Uyum Bakanı Maria Böhmer’i olay yerine gönderip çelenk koydurttu.

Bir de bunun aksini yani Türkiye’de yaşayan 5’i çocuk 9 Alman’ın bir yangın sonunda hayatını kaybettiğini düşünün!
Ağzını ilk açan, "Siz bu Almanların hayatına mal olan yangını kimin çıkardığını bulup en ağır şekilde cezalandırmadıkça Avrupa Birliği’ne giremezsiniz" diye lafa başlar, onu da akla hayale gelmedik başka tehditler izlerdi.

İşin ilginç yanı, bu son olayda da zeytinyağı gibi üste çıkmaya kalktılar. Berlin’deki Büyükelçimiz Mehmet Ali İrtemçelik haklı olarak, "Bazı Alman politikacıların yangın sebebi henüz kesinleşmeden olayın yabancı düşmanı bir saldırı olmadığı yönünde açıklama yapmalarını yadırgadığını" söyledi diye, Alman İçişleri Bakanı Wolfgang Schauble, kendisinden beklenebilecek bir kabalık yaparak, "Bazen büyükelçilere de görgü öğretmek gerekiyor" dedi.

Oysa Türklere yönelik bu olay tek değil. Yıllar önceki Solingen faciasından yani bizim Madımak olayının oradaki versiyonundan söz etmiyoruz. Ludwigshafen’den sonra bir yangın da Kuzey Ren Westfalya Eyaleti’ndeki Herne’de ve -tesadüf bu ya- aynen Ludwigshafen’deki gibi Türklerin oturduğu binada, üstelik aynen onun gibi giriş katında çıktı.

Kızınca söylenebilecek en son lafı başta söylemeleriyle meşhur Alman dostlarımıza(!) bu durumda ne demek gerekir sizce?

Ayıp etmiyorlar mı? - Oktay EKŞİ - Hürriyet

Mystery fires blaze on in Germany - Turkish Daily News Feb 06, 2008

German Interior Minister Schauble assures Ankara that his government sincerely intends to resolve integration problems faced by immigrant groups in Germany including the Turks.

ANKARA – Turkish Daily News

  Memories of the tragic “Solingen fire,” one of the deadliest racist assaults in Germany, resurfaced with the fires last Sunday and yesterday that engulfed buildings inhabited mainly by Turks and which have left at least nine people dead. 

   As the testimony of survivors and some evidence from the scene in the southwestern city of Lugwigshaven increased suspicion that acts of arson might have led to the fires, the Turkish government decided to send a team of experts headed by a minister to Germany.

  “We will closely watch the results of the investigation. I hope that no act of xenophobia is involved,” Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan said yesterday in Parliament. Erdoğan expressed concerns about a second “Solingen fire” in his meeting with German Interior Minister Wolfgang Schauble late Monday. “He was a little concerned and promised me a thorough probe,” Erdoğan added.

  After reaching an agreement with German officials, State Minister Said Yazıcıoğlu and four police officers were scheduled to depart for Germany and participate in the investigations, Erdoğan said. Erdoğan is also expected to visit the victims that survived the fires during his three-day trip to Germany starting Thursday. 

  Following the fire in Ludwigshaven Sunday afternoon that claimed the lives of nine Turks and injured 60 others, another building, again mainly inhabited by Turks, went up in flames yesterday in the western German city of Herne. No deaths were reported in the second fire.

Suspicion of xenophobia acts haunt investigation 

  The testimony of two sisters that survived the fire in Ludwigshaven ignited suspicion that an act of arson might have taken place. Aylin and Bedriye K. said they saw a “German” in the building and he was trying to hide a bottle behind his back, seemingly to start the fire. When asked who he was, the suspect reportedly replied “I am a German.” Aylin then asked the reason for his presence in the building, but he tried to slam the door in her face. “His face was white-like,” said Aylin. Ludwigshaven Mayor Eva Lohse, who described the fire as “the biggest after World War II” said the fire broke out after a parade passed in front of the building.

  Eight victims were members of the same family. Dwellers were trapped inside the building when the wooden staircase collapsed, forcing many to jump out of windows. Among the wounded were 11 policemen and a fireman coming to the rescue. Police spokesman Michael Lindner said the danger of collapse prevented them from entering the building. “No other bodies were found,” he said. Police reported that there are no more missing people, and do not expect to find any other victims inside.

  In the second fire in Herne, 16 people were poisoned by the smoke. German police is investigating the cause of the second fire, which started on the first floor just like the other one.

Top-level diplomat visits victims' families

  Turkey's Ambassador to Berlin Mehmet Ali İrtemçelik offered his condolences to relatives of the victims, in a coffee shop that belongs to one of the dead. “Turkey will do whatever is necessary, we share your grief. What we face is a big disaster,” said İrtemçelik. He then went to Mevlana Mosque and met İrfan Dinç, the Berlin Embassy's religious services consul and president of the Religious Affairs Directorate's Turkish-Islamic Union. “I hope this is not an act of arson. I wish this was an accident. If this is an act of arson of course Turkish origins people here will worry,” Dinç told the Turkish Daily News in a telephone interview. He recalled the past acts of sabotage against the homes of people of Turkish origins in Germany. “When we look at all those fires, just like the fires in Mölln and Solingen, we see that buildings with wooden staircases are chosen. Fire starts from there, it's the same scenario,” said Dinç. He also praised the German police who worked hard to save children.

  The Turkish Foreign Ministry announced that it expects Germany to conduct a thorough investigation, “taking every possibility into account,” and mete out punishment if the case involves arson.  

  Suspicions that a racist motive may have been the cause for the fire in the southwestern city of Ludwigshaven abounded as the building hosted a coffee house frequented by Turks and a Turkish association. The German Socialist Democratic Party's (SPD) President Kurt Beck had rejected allegations of any racist motive behind the incident and said there is no evidence that an act of xenophobia led to the outbreak of the fire.

Germany may get in trouble

  Tayfun Çilingir, the president of the Rhein-Main Turkish Association and a member of the administrative board for Turkish German Associations said these latest developments irritated the Turkish society in Germany. “We are just waiting now. It is too early to speak certainly,” he said. However if the fire erupted due to an act of sabotage, Germany will have a lot to do, Çilingir said. “If it is an act of arson, it would play right into the hands of anti-foreigners because this would help those supporters of foreign enmity inadvertently,” Çilingir said. 

  Two other building fires occurred in other parts of Germany in Backnang and Recklingenhausen. German Police said the cause of those fires had not been determined yet. A police spokesman in Ludwigshaven admitted that they are appalled by a similar incident immediately following the fire Sunday. 

Mystery fires blaze on in Germany - Turkish Daily News Feb 06, 2008

Threatened by fire in Germany, parents threw baby four flights to safety

Arson suspected after baby thrown clear of flames

Minister reassures Turks over German fire probe

Neo-Nazi Graffiti on Burned Building

6 Şubat 2008 Çarşamba

Cumhuriyet’i sahip çıkarak eleştirmek

Zülfü Livaneli, Gazete Vatan

İngiliz yazar Louis de Bernières, Kurtuluş Savaşımız üzerine çok güzel bir roman yayınladı: Kanatsız Kuşlar adını taşıyan bu roman bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir beğeniyle karşılandı.
Kitabı okuduğunuzda, bir yabancının tarihimizi nasıl bu kadar iyi ve derinden bildiğine şaşırıyorsunuz. O kadar aydınlatıcı detay ve bilgi var ki; Türkçe yazılmış pek az kitap bu yetkinliğe ulaşabilir diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Bernières’le zaman zaman görüşür ve haberleşiriz:
Son mesajlarının birinde büyük romancı aynen şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik ilkesini ortadan kaldırmak, yeni doğmuş bir bebeği boğazlamak kadar büyük bir suçtur.”
Bernières’in üç gün önce bir kızı dünyaya geldiği için herhalde en hassas olduğu konu bu.
Bir de yıllarca emek vererek bütün ayrıntılarıyla öğrendiği ve aktardığı Kurtuluş Savaşımız.
Onun yüreği, bu eserin yok olmasına yanıyor ama Türkiye’de eli kalem tutan birçok kişi, “Yok edeceğiz!” diye tutturmuş durumda.

***

Cumhuriyetin kusurları yok muydu?
Elbette vardı.
İnsan hakları ihlalleri yok muydu?
Elbette vardı; ben de bunun mağdurlarından birisiyim.
Ama bu sistemin gençliğimi, ailemi ve arkadaşlarımı vahşice parçalaması, beni yirmili yaşlarımda hiçbir suç işlememişken hapislere ve sürgünlere mecbur bırakması yüzünden Cumhuriyet’e düşman olamam.
Mustafa Kemal’e en büyük kötülüğü, onun adına davranan bazı Kemalistlerin ve darbecilerin yaptığına inanırım.
Onları var gücümle eleştiririm.
Bu eleştiriler yüzünden yargılanmış, plakları yasaklanmış, cehennem hayatı yaşatılmış bir insan olduğumu cümle cihan biliyor.
Ama Cumhuriyet’i toptan reddetmem, onu din ya da başka bir kisve altında yıkmaya çalışmam.
Cumhuriyet’in demokratikleşmesi, eşitlik, özgürlükler, etnik milliyetçiliklerin aşılması, insan haklarına ve düşünce özgürlüğüne saygı gösterilmesi, azınlık haklarının güvence altına alınması, çetelerin hesap vermesi, adaletin işlemesi, ömrümü uğruna harcadığım ana ilkelerimdir.
Avrupa demokrasilerine benzer bir cumhuriyet yaratılması için el birliğiyle çalışılması gerektiği fikrindeyim.
Ama bunun yolu; dincilerle kol kola girerek, bir intikam duygusu içinde var olan her şeyi kırıp dökmekten geçmiyor.

***

Bizim iki temel sorunumuz; Cumhuriyet’in arkasına saklanarak, kaba bir milliyetçi söylem içinde çeteleşip kendi çıkarlarını koruyanlar.
Ve yine çıkarları uğruna dini alet ederek bu rejimi yıkmak isteyenler.
Bu iki yanlıştan birine ait olmak zorunda değiliz hiçbirimiz.
Ben hâlâ; hem laik, hem demokrat, hem ilerlemeci, hem de özgürlükçü olunabileceğine inanıyorum.
Sayıları az da olsa; daha da önemlisi örgütleri bulunmasa da böyle insanlar var Türkiye’de.

GAZETEVATAN.COM

Şeriatı en iyi bilen İranlı konuştu...

Gazete Vatan

Türkiye İran olmak üzeredir göreceksiniz...
Ruhi Tuna; İran'daki Humeyni devriminden sonra İran'ın kuzey kesimindeki sol direnişi örgütleyen, bu nedenle 1981 - 1989 yılları arasında 8 yıl İran hapishanelerinde hapis yattı.
Heykeltraş sanatçısı Ruhi Tuna hapisten çıktıktan sonra 34 yıl yaşadığı İran'dan kaçtı ve Türkiye'ye sığındı.
7 yıl Türkiye'de yaşadıktan sonra 2006 Aralık ayında eşiyle birlikte siyasi mülteci olarak Kanada'ya yerleşti.

İran'da Hümeyni devrimi sonrasında yaşananları çok iyi bilen, İran'daki mücadelesi nedeniyle yıllarca hapis yatan Ruhi Tuna, İran ve Türkiye'nin yaşadığı sürecin benzerliklerini Odatv.com'a anlattı.
Türban serbestliği nedeniyle Türkiye'nin İran olacağı iddia edilirken, Ruhi Tuna İran ve Türkiye arasındaki benzerlikleri, farkları açıkladı...
" Türbanla ilgili benimle sanıyorum 2003’te Cumhuriyet Gazetesi benimle bir röportaj yapmıştı.
O röportajımda Türk Sosyalistlerine bir çağrıda bulundum.
Dedim ki; Türkiye de bir İran olmak üzeredir. O zaman ben bunu söylemiştim.

Türkiye’ye geldiğim günler, yani, 1999’un kasım ayında, 7 Kasım'dan itibaren Türkiye’de bulunmaktaydım ve Türkiye’deki gidişi rahatça hissediyordum.
Türkiye’de bir çıkar arayan belli güçlerin sayesinde bu Ak Parti geliştirildi ve iktidara geldi. İran’daki meseleyle benzerlikleri çoktur.
İran’daki meselede, halk Şah’ın gitmesini istiyordu. Türban meselesi tabanda çalışılmamıştı.

Aynı şekildedir; türban bugün Türkiye’de siyasi bir silah olarak kullanılmaktadır ve bunun gelecekteki aşamalarını siz göreceksiniz. Tamamıyla Atatürk’ün ilkeleri ortadan kaldırılacaktır.
Türban meselesi üniversite’de sınırlı kalmayacak, yarın türbanlı belediye başkanları olacaktır, türbanlı milletvekilleri olacaktır.
Yani bu sonuç çok kötü olacaktır.
İran’da biz binlerce şehit verdik. Sadece 1981’de 40.000 insan şehit oldu ve bunların çoğu reformcu Müslümanlardı, bunları idam ettiler.

Yani aynı şekilde Türkiye’de de yarın asma kesmeleri görebilirsiniz. Bunun Avrupa standartlarıyla hiçbir alakası yoktur.
Türk milletli bunu unutmamalıdır ki bunlar, Çanakkale Savaşı’nı yarattılar, Kurtuluş Savaşı’nda mücadele verdiler, yüz binlerce şehitler verdiler.
Böyle güçlü bir devleti milleti yıkmak için bu planları ortaya atıyorlar. Türkiye’nin İran’a benzerliği çoktur, ben bunu açıkça söylüyorum.
Ben bunu belli nedenlerden dolayı Türkiye’de çok açıkça anlatamadım, Türkiye’de öyle evlere gittim ki orda Farsça konuşuluyor.

Bugün güvendiğim bir Türk devlet adamı benimle konuşursa, bunların adreslerine kadar verebilirim.
O evlerde Humeyni’nin fotoğrafları, kitapları Ayetullah’ın tüm kitapları bulunuyor, Farsça konuşuluyor, Farsça müzik dinleniyor.
Bunu Türk yapıyor. Türkiye’ye gelmeden önce de İran’da belli şeyler görmüştüm ve şaşırmıştım.
Bir şehirde benim sergim vardı, orda Talibanlar’a rastladım.
Ben Türkiye’ye gelmeden bir yıl önce, Ankara’dan Humeyni’nin mezarını ziyaret için insanlar akın akın otobüslerle gelmişler.
O Humeyni ki, bizim insanlarımızı kesti, bakire kızlarımızı idam etti, İslam Devrim Muhafızları kızlarımıza tecavüz ettiler. Böyle İslam kim ister ki? Türkiye’de de bunu yaptılar.
Belli bir kesimi solun karşısına dizerek sol kesimleri asarak keserek ve Türkiye gündemini bu hale getirdiler. Aynı şekilde de İran’da hiçbir zaman halk türban istemedi.

Türkiye’de ama farklı bir şey. Türkiye’de tamamıyla tabanda bunun hazırlığını yapıyorlar.
Hala ben Kanada’da bile bu hazırlığı görebiliyorum. Kanada’da da bir sürü, Amerika’da oturan efendinin adamlarını görüyorum ve nasıl çalışıyorlar.

Sadece Türkiyeliler üzerinde değil, Özbekler, Azeriler gibi başka Türk toplulukları üzerinde de çalışmalarına devam ediyorlar.
Bunu İslam ile rahat bir şekilde ortaya koyabiliyorlar.
Biz bakıyoruz İran’daki hareketlerde rahatlıkla Mollaları ortaya soktular ve gerçekten Şah’ın devrilmesini isteyen kesim soldaydılar.
Yani ister Mahoist gruplar olsun ve ister Leninist gruplar olsun, bunlar gerçek şekilde Şah ile mücadele ediyorlardı.
Ama Emperyalizm gördü ki Şah devrilirse bunun yerine Marksis bir sol bir iktidar gelecekti, onun için Mollaları yetiştirdiler ve yeşil kuşak projesini güçlendirdiler.

Aynı şekilde, Irak’ta, Suriye’de ve Afganistan’da görüyorsunuz bugün gündem nedir. Afganistan’da bir çocuk kadın haklarını savunan bir programı bilgisayarına indirdiği için idama mahkum oldu.

Yani aynı Taliban’ın devamıdır, hiçbir şey değişmemiştir.
Cumartesi günü Anıtkabir’de toplanan aydın Türk Kadınları’na teşekkür ediyorum. Yani Türk kadını böyle olmalıdır. Türk kadını sokaklara dökülüp kendi haklarını korumalıdır.
Türk kadını bayrağına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ye sahip çıkmalıdır."

GAZETEVATAN.COM

3 Şubat 2008 Pazar

Sigara içen PKK'ya mermi veriyor

Türkiye’de sigara reklamlarına yasak getirilmesini sağlayan ve sigara kaçakçılığı konusunda önemli çalışmaları bulunan eski Sağlık Bakanı Bülent Akarcalı, sigara kaçakçılığının merkezinde ABD'li büyük sigara şirketlerinin olduğunu iddia etti
ANKA

Avrupa Birliği (AB) raporlarına göre sigaraya verilen her bir doların 25 sentinin PKK’ya gittiğine işaret eden Akarcalı, “PKK’nın sigara kaçakçılığından edindiği kazanç asgari olarak 300 milyon Euro” dedi.
Türkiye’de sigara reklamlarına yasak getirilmesinin mimarı olarak bilinen Eski Sağlık Bakanı Akarcalı, sigara kaçakçılığı ile ilgili olarak araştırmalarını kitap haline getirecek. Sigaraya karşı mücadelesinde eski ABD Başkanı Bill Clinton ve eşi Hillary Clinton’dan da destek aldığını söyleyen Akarcalı, ANKA’ya yaptığı açıklamada, sigara şirketlerinin PKK üzerinden büyük miktarda sigara kaçakçılığı yaptığına dikkat çekti.

“SİGARA KAÇIKÇILIĞININ MERKEZİ SİGARA ŞİRKETLERİ”
Akarcalı, AB raporlarına göre İngiliz, Amerikan ve Japon şirketlerinin oluşturduğu tekelin sigara kaçakçılığının merkezinde de bulunduğuna işaret etti. Akarcalı, “Bunu sadece ben söylemiyorum. Bu konuyu yıllardın gündeme getiriyorum, ancak AB raporları tarafından da bu söylediklerim tescillendi. AB’nin konu ile ilgili 2002 yılında yayınladığı rapor sonucunda şirketlere 4 yıl kadar önce soruşturma açıldı. Bu firmalar sigara kaçakçılığına imkan veriyorlar. AB ülkeleri de sigara kaçakçılığı nedeniyle vergi kaybına uğruyor. Dolayısıyla firmalar bu sigaranın satışını denetim altına almadığı ve malı sattığı kişilerin meşru yollardan satıp satmadığını denetlemediği için soruşturma açıldı” dedi.

SİGARA ŞİRKETLERİ PKK’YI DESTEKLİYOR, PKK 5 SENT YERİNE 25 SENT KAZANIYOR”
Soruşturmanın bitirilmediğini de kaydeden Akarcalı, şunları söyledi :
“Bu firmalar soruşturmanın sonucunun büyük maliyetlerle biteceğini anlayınca AB’ye dostane bir anlaşma yoluna gittiler. Anlaşmaya göre Philip Morris, 12 yıllık bir sürede AB’ye 1,25 milyar dolar ödemeyi kabul etti. Anlaşma uyarınca AB de şirket hakkındaki tüm suçlamalarını geri çekiyor. Ayrıca JTİ de yaklaşık 400-500 milyon dolarlık bir ödeme yapacak. Şimdi AB için bu olduğuna göre Türkiye için de benzer durum söz konusu. AB ülkelerinde bu alınacak para belli oranlarda dağıtılacak. Türkiye’nin de aynı soruşturmayı başlatarak, AB tarafından öngörülen çerçevede vergi kaybından dolayı olan kaybının ödenmesini istemek en doğal hakkı. Ama Türkiye için ayrı bir durum var. Zamanında ben söylediğimde itirazlar olmuştu, fakat ben geri adım atmamıştım. Çünkü söylediklerim AB kaynaklıydı. Özellikle İskenderun tarafından yapılan sigara kaçakçılık PKK’nın finansmanında kullanılıyor. O sigaralar direkt PKK üzerinden kaçırılıyor. Aslında sigaralar Türkiye’den normal ihraç edilip Ürdün’ ya da Lübnan’a gider ve oradan da tekrar PKK’ya satılabilirdi. Ama o zaman PKK o işten 25 sent kazanacağına 5 sent kazanmış olurdu. Bu şekilde bakarsak, Türkiye’de yerleşik sigara şirketlerinin PKK’nın desteklenmesi için özel gayret içinde ‘olmadığı’ izlenimini alamadım.”

KAÇAKÇILIĞA GÜMRÜKLER DE GÖZ YUMDU, ÖZELEŞTİRİ YAPMALIYIZ”
Akarcalı, PKK’nın her türlü gayri meşru yoldan para kazanan bir örgüt olduğuna dikkat çekerken, PKK’nın finansal açıdan büyümesine sadece sigara şirketlerinin göz yummadığına da işaret etti. Gazetelerde daha önceki yıllarda çıkan ‘Hain Tırlar’ başlıklı bir haberi hatırlatan Akarcalı, “Türkiye’ye kaçak silah taşıyan tırlar nerden geçti, Türk gümrüklerinden geçti. Gümrükçüler de bir öz eleştiri yapmak durumundadır. Uyuşturucuyu PKK kimlere getirdi, yine Türkiye’deki insanlara. Getirenler de Kürt-Türk diye bir şey yok. Bu işin Kürdü Türkü yok. Bu işten nemalanan herkes nemalandı. Ama derli toplu şirketlerin bunu bilerek tavır alması gerekirdi. Sigara şirketleri ‘biz malımızı satarız nereye gitti bakmayız’ diye bir anlayış olamaz. Bugün şehit aileleri; PKK’nın finansmanını yapan sigara şirketlerinin önüne gitseler ne diyecekler. PKK’nın sigara kaçakçılığından edindiği kazanç asgari olarak 300 milyon Euro. Sigaraya verilen bir doların 25 senti PKK’ya gidiyor” dedi.

“KİMİ BASIN EKONOMİK GÜCÜ OLAN SİGARA ŞİRKETLERİNİ TERCİH EDİYOR”
Akarcalı, sigara kaçakçılığı konusunda çıkan sigara yasağı yasası sonrasında büyük şirketlerden birinin yöneticisinin yasa ile ilgili kendilerine danışılması gerektiği yönünde açıklamada bulunduğunu hatırlattı. Söz konusu yasa ile ilgili şirketlere danışmanın “El Kaide’ye operasyon yapmadan önce El-Kaide’ye danışmakla” aynı şey olduğunu ifade eden Akarcalı, “Bu konuyu Türkiye’nin en büyük gazeteleri ekonomi sayfalarında yer verdi. Hatta en büyük ekonomi yazarlarından biri de köşesine bu konuyu taşıdı. Ben de bu köşe yazarına AB raporlarını iki kez göndermeme rağmen nezaketen bile geri dönmedi. Şunu anladım ki; bizlerin siyasi ve manevi gücü bu İngiliz, ABD ve Japon şirketlerinin ekonomik gücü ile çatıştığında, genelde sigara kaçakçılığına karşı çıkan kimi basın kuruluşları özel durumlarda onları tercih ediyor” dedi.

 

GAZETEVATAN.COM

25 Ocak 2008 Cuma

Uğur Mumcu suikastı çözülecek mi?

Haşmet Babaoğlu, Gazete Vatan

Daha üç gün önce yazıma “Türkiye’nin bir tek temel sorunu var” başlığını koymuştum, hatırlayacaksınız.
Neydi o?
Karanlıkta kalan karanlık cinayetler sorunu...
Göstere göstere gelen
suikastlar ve göstere göstere örtülen dosyalar...
Sonuç...
Ülkenin üzerini kalın bir tabaka halinde örten gizli bir tehdit bulutu!
Yani hep korku ve kuşku ortamı! Hep bir biçimde “ileri gidenin hizaya getirileceği”ne dair toplumun kılcal damarlarına kadar yerleşmiş o berbat kanaat!
Çığlık ve hemen ardından gelen büyük kayıtsızlık.
Yaşadığımız hep bu!
Söyleyin, böyle bir ortamda hangi iktidar diğer büyük sorunları gerçekten çözer, çözebilir? Çözüyormuş gibi yapar sadece...
Çözecekmiş gibi yapar.
O arada vadesi dolup gider, yerine başkası gelir.

***

Bakın, dün hangi gazeteyi açtıysanız, karşınıza bir Uğur Mumcu haberi çıktı, değil mi?
Mezarı başında anma
töreni haberleri, söyleşiler, değerlendirmeler...
Hele o dönemin sorumlularının, yetkililerinin, siyasilerinin pişkin bir bıkkınlıkla yaptıkları açıklamalar...
Peki bunları okurken hiç gerçekten bütün içtenliğinizle düşündünüz ve ürperdiniz mi?
Tam 15 yıl geçmiş üzerinden. Ve cinayet hakkında, katiller hakkında elde var sıfır!
12 hükümet geldi geçti cinayetten sonra; ne savcılar, ne içişleri bakanları! Fakat dava sonuçlandırılamadı.
Bu durum da bizim ezberimizi bozmuyorsa; bir yandan “Ah Mumcu vah Mumcu” deyip bir yandan da zihnimizde oluşan soruları sessizce kapatmayı tercih ediyorsak, başka ne sarsıp uyandırabilir bizi, söyler misiniz?
İşte kızı Özge Mumcu daha yeni söyledi; “cinayetin çözüleceğine dair hiçbir güvenimiz kalmadı.”
Dikkat edin, umudumuz demiyor, güvenimiz diyor.

***

Uğur Mumcu’yu yaşasaydı hiç istemeyeceği şekilde bir siyaset filozofu ya da bir militan siyasetçi gibi göstermeye çalışan odaklar var.
Doğrusu bunu da bir “karartma” çabası olarak görmekten kendimi alamıyorum.
Uğur Mumcu denince ilk aklımıza gelmesi gereken şey gazeteciliğidir. Asıl özelliği ise devlet ve siyaset ilişkilerine dair bilginin şeffaflaşması ve demokratikleşmesi için gösterdiği çabadır.
Bunun için öldürülmüştür.
24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konan bombayla hayatını kaybetmeden hemen önceki günlerde yazdıklarına bakmak bile yeter bunu
anlamak için...
Bu yazılarından birinde de Kürt ayrılıkçılarıyla istihbarat örgütleri arasındaki ilişkileri açığa çıkartan bir kitabı yakında yayınlayacağını belirtmişti. Çok tehlikeli işti doğrusu.

***

Cinayet sonrasında kitleler “Türkiye laiktir laik
kalacak” diye bağırdı; yıllar
boyu İran bağlantılı olduğu iddia edilen örgütler üzerinde operasyonlar yapıldı. Ama ne doğru düzgün sonuç alındı ne de kamuoyu bunların doğruluğuna ikna edilebildi.
Dönemin başbakanının, başbakan yardımcısının ve içişleri bakanının “bu cinayeti çözmenin
devletin namus borcu olduğunu” söyleyerek Mumcu ailesine söz verdiklerini gördük...
Televizyonlara çıkartılıp
hangi akla hizmetse ana haberlerde yalanlanmaya çalışılan itirafçılar gördük...
Yakalama tutanağındaki delillerin tahrif edildiğinin TBMM komisyonunda ortaya çıkartıldığını ama kimsenin bunu umursamadığını gördük...
“Umut Operasyonu” diye bir şey gördük. Bu operasyon sonucu Mumcu, Üçok cinayetlerinden sorumlu “Kudüs Savaşçıları” örgütü üyesi olarak yargılanıp hüküm giyen kişinin yeni TCK’nın hükümleri sonucu salıverildikten sonra bir “haraç işi”nde öldürüldüğünü gördük.
Daha neler neler gördük.
Peki sonuç?..
Bu sorunun cevabını bulmadıkça, Türkiye bir
adım ileri gidemeyecek.
Mış gibi yaparak yerinde sayacak!

GAZETEVATAN.COM

19 Ocak 2008 Cumartesi

Sizi gidi cinler... Sizi...

Serdar Akinan, Akşam

İran’da görevli MİT mensuplarından bazılarının bir süre önce sınırdışı edildiğini öğrendim.
Bu istihbarat elemanlarının görüştüğü bazı İranlılar da şu anda gözaltındaymış.
Şayet bu bilgi doğruysa büyük resme bir kez daha bakmakta fayda var.
5 Kasım öncesi ne oluyordu?
PKK tekrar eylemlere başlamış ve karakolları basıyor, askerlerimizi öldürüyordu.
Türkiye ayaktaydı.
Hükümet, asker, muhalefet; hemen herkes son derece sert açıklamalar yapıyor... Halk sokaklara dökülüyor... Kuzey Irak destekli bu terörün derhal bitirilmesi isteniyordu.
Başbakan ne dedi?
“Bıçak kemiğe dayandı...”
Bir tezkere tartışması yaşandı ve Meclis hükümete sınır ötesi operasyon için yetkiyi verdi.
Hava gerildi... Barzani, Talabani son derece sert açıklamalar yaptılar.
Başbakan, bu atmosferde, 5 Kasım tarihinde Washington’a gitti ve Bush ile görüştü.
PKK “ortak düşman” ilan edildi. Resmen...
Kuzeydeki oluşumun tanınması şartıyla PKK’nın bitirileceği gündeme düştü. Gayri resmi olarak...
Cumhurbaşkanı Gül’ün Washington ziyaretinde ise Enerji Bakanımız’ın Oval Ofis’teki kareye girmesi dikkatimi çekti.
Kuzeydeki petroller Türkiye üzerinden geçecek bilgisi ulaştı sonra... Çok da akıllıca geldi kulağa... Öyle ya madem Kürdistan’ı tanıyıp iş yapacağız... Petrol merkez de olsa gerek.
Şimdi, düşünebiliyor musunuz? Koca Rusya Avrupa’nın doğalgaz vanasını elinde tutuyor. İran nasıl bir enerji devi...
Siz de “cin”siniz ya... O enerji havzasında Rusya ve İran’a rağmen İngiltere ve ABD ile Kürtlere ortak olacaksınız... Ama “elhamdülillah” dediğinizden size darılmayacaklar.
1992 yılında ne oldu? Hatırlayan
var mı?
Hani PKK Şemdinli’yi kurtarılmış bölge ilan edecek kadar güçlenmiş. Türkiye Kuzey Irak’a girmiş ve PKK’ya ağır darbe indirmişti...
PKK ateşkes ilan ettiğinde MGK’da ne konuşulacaktı biliyor musunuz?
Federatif bir yapı... O MGK hiç o gündemle toplanamadı.
Çünkü PKK Bingöl’de 33 askeri
kurşuna dizdi...
Bakü-Ceyhan anlaşması tam 10 yıl rafa kaldırıldı. Ve Ruslar Mavi Akım’ı gelip bize dayadılar. İran da doğalgazını dayadı...
Şimdi gidip İran’a ve Rusya’ya rağmen ABD ile yatağa girin...
Bizim MİT ajanları niye sınırdışı edildi sahi? (Akşam)

Korsan Haber