Haşmet Babaoğlu, Gazete Vatan
Daha üç gün önce yazıma “Türkiye’nin bir tek temel sorunu var” başlığını koymuştum, hatırlayacaksınız.
Neydi o?
Karanlıkta kalan karanlık cinayetler sorunu...
Göstere göstere gelen
suikastlar ve göstere göstere örtülen dosyalar...
Sonuç...
Ülkenin üzerini kalın bir tabaka halinde örten gizli bir tehdit bulutu!
Yani hep korku ve kuşku ortamı! Hep bir biçimde “ileri gidenin hizaya getirileceği”ne dair toplumun kılcal damarlarına kadar yerleşmiş o berbat kanaat!
Çığlık ve hemen ardından gelen büyük kayıtsızlık.
Yaşadığımız hep bu!
Söyleyin, böyle bir ortamda hangi iktidar diğer büyük sorunları gerçekten çözer, çözebilir? Çözüyormuş gibi yapar sadece...
Çözecekmiş gibi yapar.
O arada vadesi dolup gider, yerine başkası gelir.
***
Bakın, dün hangi gazeteyi açtıysanız, karşınıza bir Uğur Mumcu haberi çıktı, değil mi?
Mezarı başında anma
töreni haberleri, söyleşiler, değerlendirmeler...
Hele o dönemin sorumlularının, yetkililerinin, siyasilerinin pişkin bir bıkkınlıkla yaptıkları açıklamalar...
Peki bunları okurken hiç gerçekten bütün içtenliğinizle düşündünüz ve ürperdiniz mi?
Tam 15 yıl geçmiş üzerinden. Ve cinayet hakkında, katiller hakkında elde var sıfır!
12 hükümet geldi geçti cinayetten sonra; ne savcılar, ne içişleri bakanları! Fakat dava sonuçlandırılamadı.
Bu durum da bizim ezberimizi bozmuyorsa; bir yandan “Ah Mumcu vah Mumcu” deyip bir yandan da zihnimizde oluşan soruları sessizce kapatmayı tercih ediyorsak, başka ne sarsıp uyandırabilir bizi, söyler misiniz?
İşte kızı Özge Mumcu daha yeni söyledi; “cinayetin çözüleceğine dair hiçbir güvenimiz kalmadı.”
Dikkat edin, umudumuz demiyor, güvenimiz diyor.
***
Uğur Mumcu’yu yaşasaydı hiç istemeyeceği şekilde bir siyaset filozofu ya da bir militan siyasetçi gibi göstermeye çalışan odaklar var.
Doğrusu bunu da bir “karartma” çabası olarak görmekten kendimi alamıyorum.
Uğur Mumcu denince ilk aklımıza gelmesi gereken şey gazeteciliğidir. Asıl özelliği ise devlet ve siyaset ilişkilerine dair bilginin şeffaflaşması ve demokratikleşmesi için gösterdiği çabadır.
Bunun için öldürülmüştür.
24 Ocak 1993 tarihinde arabasına konan bombayla hayatını kaybetmeden hemen önceki günlerde yazdıklarına bakmak bile yeter bunu
anlamak için...
Bu yazılarından birinde de Kürt ayrılıkçılarıyla istihbarat örgütleri arasındaki ilişkileri açığa çıkartan bir kitabı yakında yayınlayacağını belirtmişti. Çok tehlikeli işti doğrusu.
***
Cinayet sonrasında kitleler “Türkiye laiktir laik
kalacak” diye bağırdı; yıllar
boyu İran bağlantılı olduğu iddia edilen örgütler üzerinde operasyonlar yapıldı. Ama ne doğru düzgün sonuç alındı ne de kamuoyu bunların doğruluğuna ikna edilebildi.
Dönemin başbakanının, başbakan yardımcısının ve içişleri bakanının “bu cinayeti çözmenin
devletin namus borcu olduğunu” söyleyerek Mumcu ailesine söz verdiklerini gördük...
Televizyonlara çıkartılıp
hangi akla hizmetse ana haberlerde yalanlanmaya çalışılan itirafçılar gördük...
Yakalama tutanağındaki delillerin tahrif edildiğinin TBMM komisyonunda ortaya çıkartıldığını ama kimsenin bunu umursamadığını gördük...
“Umut Operasyonu” diye bir şey gördük. Bu operasyon sonucu Mumcu, Üçok cinayetlerinden sorumlu “Kudüs Savaşçıları” örgütü üyesi olarak yargılanıp hüküm giyen kişinin yeni TCK’nın hükümleri sonucu salıverildikten sonra bir “haraç işi”nde öldürüldüğünü gördük.
Daha neler neler gördük.
Peki sonuç?..
Bu sorunun cevabını bulmadıkça, Türkiye bir
adım ileri gidemeyecek.
Mış gibi yaparak yerinde sayacak!